Graffiti için ‘sokaklar’, bir nevi kent yaşamını eleştirmek için en uygun ve ironik platformu oluşturuyordu. Peki günümüzün sokak sanatçıları için sokak kelimesi ne ifade ediyor?
Michael De Feo: Sokaklar, benim için özellikle New York, bitmek tükenmek bilmeyen bir ilham ve heyecan kaynağı demek. Sokaklara kendimizden birşey katıyor olmak demek, yaşadığın yere birşeyler katmak demek...
Dan Witz: Sokaklar benim için her anlamda özgürlüğü ifade ediyor. Özellikle sanatsal açıdan bütün o kariyer iniş çıkışlarıyla uğraşmak zorunda kalmıyor ve insanın ruhunu emen binbir türlü pis işin döndüğü endüstrinin bir parçası olmaktan kurtuluyorsunuz. Ben sokağa çıkıyor ve içimden geldiği gibi eğlenmeye bakıyorum, ne herhangi birine karşı bir sorumluluğum, ne bir beklentim, ne de sanat dünyasında neler olup bittiğiyle ilgili kafamı yoran hiçbir şey olmuyor. Aslında sanat dünyasına karşı olduğum filan da yok, müze ve galerileri çok seviyorum, sadece sanatın bodguard’larla korunması ve sokaktaki adamdan bu kadar izole edilmesinden hoşlanmıyorum o kadar. Galiba sokaklar beni bu konuda alarmda tuttukları için önem taşıyor. Burada rahatsız edici birşey, süregelen bir tedirginlik var ve bu da insanın gözünün hep açık olmasını sağlıyor.
Faile grubundan Patrick: “Street art” bence Graffiti dışında sokaklarda oluşan ve kurumsal olmayan her türlü sanat akımını içine alan bir terim. Çok fazla kullanıldığı için sanki biraz anlamının yitirmiş gibi gelebilir ama öyle değil.
İnternet destek mi köstek mi?
Sokak sanatı tanımlamasını duyan birçok insanın aklına ilk olarak şehir merkezleri ya da sanayi bölgelerinde yapılan tahribat ve değişiklikler geliyor; ama aslında bu akımın en heyecanlı işlerinden bazılarının şehir merkezlerinden çok çok uzaklara yapıldığı gerçeği göz ardı ediliyor. Mesela Andy Goldsworthy de bir sokak sanatçısı olarak anılıyor ama çalışmalarını asla şehir merkezlerinde göremezsiniz, o oyun alanı olarak daha çok şehir merkezlerinden epey uzak ve kırsal bölgeleri seçiyor. İnternetin yaygınlaşmasından evvel, işlerinizin görülebilir olmasını ya da bir sokak grubuna dahil olmayı istediğinizde herkesin çalıştığı yerlerde sanatınızı icra etmeniz gerekirdi, bu yüzden bu akımın en fazla görüldüğü yerler büyük şehirlerin merkezleriydi. Ama kablolu paylaşım sayesinde dünyanın istediğiniz herhangi bir noktasına püskürttüğünüz boyayı gezegenimizin geri kalanının algılarına sunmak mümkün. Sonuç olarak bu akımın çıkış noktası, hayatınızı geçirdiğiniz mekanları sanatınıza dahil etmek. Şehirler palet, duvarlar kocaman birer tuval. Bu arada sokak sanatının sınırlarının giderek genişlemesi de heyecan verici; artık sadece şehir duvarlarında değil, deniz kenarları ve dağlarda bile bu işin örneklerine rastlamak mümkün.
Peki dünyadaki kültürel, politik ve ekonomik farklılıklar göz önünde bulundurulursa, bu internet sayesinde her an her yerde olma durumunun etkileri neler oluyor? Yararlarını bir kenara bırakırsak ne gibi yan etkileri mevcut?
Faile grubundan Patrick: İnternet sayesinde daha fazla insana ulaşabiliyoruz. Çeşitli ülkelerden röportaj, festival vs teklifleri geliyor, böylece değişik kültürlerle tanışıp ufkumuzu genişletebiliyoruz ki bunlar bence bir sanatçı için paha biçilmez fırsatlar; normalde sadece televizyondan duyabileceğimiz şeyleri birebir tecrübe edebiliyoruz. Oturduğunuz yerden kendinizi geliştiremezsiniz. Dünyadaki farklı kültürlerle sanat sayesinde kaynaşmak, kötü niyetli politikayı da arka plana itiyor; insanlar birbirlerine açılıyorlar ve normalde asla hayal bile edemeyeceğiniz şeyler gerçekleşebiliyor.
M. De Feo: İnternet, çevresinde böyle şeyler gözlemleyemeyen bir insana bile sokak sanatını başka şehirlerden takip etmesine olanak sağlıyor. Başka türlü nasıl evinizden tek bir tık sayesinde herhangi bir sokaktaki yeni çalışmaları görme imkanına sahip olabilirsiniz ki? İnternet kesinlikle sokak sanatı ruhuyla mükemmel bir şekilde uyuşuyor.
Öte yandan internet bu akımın daha çok insan tarafından bilinmesini sağlarken, aynı zamanda içinde sokak ruhuyla çelişen başka şeyler de barındırdığı kesin. Dergi ve internetin bu işlere ulaşmayı kolaylaştırdığı gerçeği bir yana, seyirciyi akımın asıl ait olduğu yerden, yani sokaklardan uazaklaştırıyor. Sokaktaki işlerin hiçbiri herhangi bir yetkili kişinin seçkisinin bir sonucu değil, nereden geldiğini bilmezsiniz ve anlamı da burada yatar. Bunu ‘online’ bir şekilde tecrübe etmek aynı şey değil yani.
Dan Witz: İnternetin sokak sanatını şu anda olduğu konuma getiren yegane araç olduğu konusunda şüphe yok. Beni korkutan tek şey var, o da internetin bunu bir trend haline getirdiği gerçeği. Sokak sanatının acilen bir moda akımı olarak algılanmasının engellenmesi gerekiyor.
Tabii bir de bütün herşeyin yanlış anlaşılmış olma ihtimali de var. Ya bizim sokak sanatçıları dediğimiz kişilerin sanatla yakından uzaktan alakaları yoksa ve bu işi sadece kendilerini memnun etmek için yapıyorlarsa? Sokakta gördüğümüz her işin sahibinin kendisini sanata adamasını beklemek zaten biraz abes olur. Özellikle yaşları küçük olanlar sokakları, kendilerini geliştirebilecekleri özgür platformlar olarak görüyor.
Aslında bunda yanlış bir şey de yok. Sokaklarını geri isteyen biri, yapılan işi beğenmiyorsa bile bu konuda onunla kolkola çalışacak her boya tutan ele açık.
Sanatı ‘satmak’
İnternetle birlikte gelen popülarite sayesinde sokak sanatının giderek daha ticari amaçlarla da kulanılmaya başlandığına yazının başında değinmiştik. Sonuç olarak sadece Graffiti değil, punk-hardcore ve kaykay kültürüyle de yakından alakadar bir akımdan bahsediyoruz ve bahsi geçen bu kültürlerin de zamanında piyasa tarafından sömürüldüğü de bir gerçek. Bir yandan da bu sanatçıların bir şekilde para kazanması gerekiyor. Peki sanat ve ticaret arasında nasıl bir denge kurulmalı? Sokaktaki ve bir t-shirt üzerindeki sanatı nasıl ayırd edip, neye göre değerlendirmeliyiz?
Dan Witz: Şahsen bu işi yaparak geçinebildiğimi söyleyemem. Yine de itiraf etmeliyim; sanki bu işten para kazanmaya başladığım zaman yaptığım şeylerin kalitesinin düşeceğine dair bir önyargım var, ama tabii bu sadece benle ilgili bir durum. Ticari başarı denildiğinde hala korkuyorum. Şunu kabul etmek lazım, sanat tarihi tamamen iyi sanatçılardan değil, işini bilen, hayatta kalabilmek için oyunu kuralına göre oynayan sanatçılardan ibaret daha çok.
M. De Feo: Açıkcası bu işi yaparak kazandığım para kullandığım malzemenin masraflarını bile karşılamıyor; ama bu işi para için yapmadığımdan pek de umursamıyorum. Bir sanatçı olarak kendime ve sanatıma karşı sorumluluklarım var; yaptığım işte dürüst ve samimi olmalıyım. Bu şekilde ortaya çıkardığım şeyleri diğer insanlar da beğenir ve takdir ederlerse ne ala.
Swoon: Bu konuda kafam biraz karışık. Üzerinde benim işlerimin olduğu bir tabak filan görsem, midem bulanmaya başlar herhalde. Tüketim çılgınlığı karşında elllerim titriyor. Piyasanın bu kadar çıkarcı ve iki yüzlü olmasını hazmedemiyorum. Diğer taraftan ne kadar böyle şeylere karşı antipati sahibi olsam da, sanatın fincan, yastık filan gibi gündelik eşyalarda kullanılması, sanatçı ve izleyici arasındaki o asil olduğu varsayılan mesafeleri daraltıyor gibi geliyor ve bu çok hoşuma gidiyor.
Faile grubundan Patrick: Bence bu gibi kullanımlar sanatın değerini filan düşürmüyor; hatta hiçbir işinize yaramayacak, sırf duvarda asılı duracak bir şeye bir sürü para vermektense, ayakkabı ya da sweatshirt gibi işinize yarayacak yerlerde kullanılan sanat bence çok daha anlamlı.
Peki sonumuz ne olacak?
Herkesin ortak umudu, Street Art’ın reklamla arasında kurulan talihsiz bağlantıdan kurtulacağı ve en büyük amacının insanları gülümsetmek olduğu güzel günlerine geri döneceği. Ayrıca bu işle ilgilenenlerin sadece gözü kara, isyankar ve ne yaptığını bilmeyen gençler olduğu önyargısının da yok olması gerekiyor, çünkü sokakları boyamak gerçekten tehlikeli ve çok çalışma gerektiren bir iş, üstelik ne yaparsanız yapın eserlerinizin dışarıdan gelecek yıpranmaya karşı çok savunmasız ve dayanıksız olduğu da doğru. Yine de bu işe baş koyanları kolay kolay pes etmeye pek niyeti yok, çünkü herşeyden önce çok eğleniyorlar ve bu işin nereye gideceği konusu da birinci derecede onları ilgilendiriyor.